Sağlıklı bir yaşamın en önemli şartının sağlıklı beslenme olduğunun çok net bir şekilde ortaya konulduğu ve sağlıklı beslenmenin kaliteli hastalıksız bir yaşam için ne kadar önemli olduğunun sürekli hem yazılı hem de görsel basında sürekli vurgulandığı günler yaşamaktayız…
Bu durum toplumum bilinçlenmesi için birçok farklı kapı açarken maalesef bazen de bilgi kirliliğine yol açarak kafalarda karışıklıklara neden olmaktadır.
Ancak beslenme daima kendini geliştiren ve yenileyen hatta bazen hataları olduğunda bunu da açık yüreklilikle düzeltip her zaman ileriye bakan bir bilim dalıdır.
Beslenme bilimi hep ilerler ama nedense bizlerinde geçmişleriyle ilgilenir boyuna. Çünkü beslenme bilimi sağlıklı yaşamın mucizevi tek bir besin veya besin öğesi veya tek bir beslenme tavsiyesiyle olamayacağını çok iyi bilir. Sağlıklı beslenme tüm yaşantımız boyunca dengeyi ve yeterliliği yakaladığımız bir bütündür. Belli bir döneme veya duruma göre sınırlandırılmamalı, kısıtlanmamalıdır.
Biz beslenme uzmanlarının sevgili danışanlarıyla yaşadığımız en büyük sorunlardan biri besin tüketim alışkanlıklarını incelerken çok kısıtlı ve yetersiz bir besin grubuyla beslendiklerini görmektir. Özellikle tüm beslenme alışkanlıkları ve eğilimlerin tamamen oturduğu 20 yaşlar ve sonrasında bizlere danışmanlık için gelen danışanlarımızın çoğunda belirli sebze, meyve veya diğer gruplardan besinlerin ısrarla hiç tüketilmediğini görmekte ve o besinlerin fayda ve öneminden ne karda bahsedersek bahsedelim sadece çocukluğundan beri hiç yemediği için ısrarla tüketmeyi reddettiklerini üzülerek gözlemleriz.
Bilimsel kanıtlar bugüne kadar çocuklukta aileden kazanılan beslenme alışkanlıklarının ilerleyen yaşlarda da hatta tüm hayatımızı etkilediğini ortaya koymuştur. Bebekken kereviz tadına ve kokusuna alıştırılmayan bir çocuk hele bir de bilincinin tam olarak açıldığı 2 yaş sonrasında önünde anne veya babasının da o yemeği tüketmeyi reddetmesi durumunda, artık ömür boyu kerevizden uzak kalacak belki asla tatmadan tüm yaşantısını geçirecektir.
Ancak son yıllarda beslenme eğilimlerimiz üzerine yapılan çeşitli araştırmalar, bizleri çok farklı bir pencereye sürükleyip; belki de her şeyin dünyaya gözlerimizi açtığımız yada ek besinlere başladığımız anda başlamadığına işaret etmeye başlamıştır. Prof. Dr. Todrank Colorado Üniversitesi’nde yürüttüğü 2 yıllık araştırmasında hamile ve emziren kadınların besin ve tat eğilimlerinin bebekler üzerindeki etkilerini incelemiştir. Araştırmayı yürüten Prof. Todrank, ‘hamilelik ve emziklilik sürecinde bebeklerin annelerinden gelen her türlü besini güvenli ve kendisi için faydalı kabul ettiğini bu nedenle de annenin yiyecek- içecek eğiliminin ilerde çocuğun da eğilimlerinde belirleyici bir faktör olduğunu ortaya çıkarmıştır. Todrank; Bu süreçlerde alkol tüketen annelerin çocuklarının ilerde alkole karşı daha yatkın veya alkol tüketiminde daha zevk alan bireyler, sağlıklı beslenen annelerin bebeklerinin ilerleyen yaşlarda da sağlıklı besin tüketen bireyler olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu belirtmiştir.
Prof. Retrepo ise, deney fareleri üzerinde yaptığı araştırmalarda yavru farelerin koku duyularının annelerinin hamilelik sürecinde tükettiği besinlerin tatlarına göre değişiklik gösterdiğini ortaya çıkarmışlardır. Bu araştırmalarda ayrıca yine annenin beslenmesine göre beyin koku duyusunu oluşturan glomerüler kısmının yapısında da belirgin değişiklikler meydana geldiğini belirlemiştir. Bu durum amniyotik sıvı ve süt içeriğinin bebeğe geçerek tüm beyin sistemlerinin gelişiminde sorumlu olması ile açıklanmıştır.
Prof. Heth ise yine farelerle yaptığı bir araştırmada, hamile ve emzikli fareleri 2 ayrı gruba ayırarak 1. Grubu baskın tatları olan bir diyetle 2. Grubu ise tatsız nötr bir diyetle beslemiş. Yavru fareler sütten kesildikten sonra, tatlı beslenen farelerin beyinlerinde koku ve tat alma merkezlerinin bulunduğu glomerüler kısmın daha fazla geliştiğini ayrıca; bu farelerin annelerinin tükettiği baskın tatlara yönelme eğilimlerinin daha fazla olduğunu gözlemlemiştir. Diğer gruptaki tatsız diyet tüketen annelerin yavrularının ise belirgin tat eğilimlerinin olmadığı görülmüştür.
Yine Todran (2010), aynı şekilde annelerin besin tüketimine bağlı olarak anne karnında baskın bir tat veya kokuya maruz kalan bebeklerde, beyin gelişimleri ilerleyen yaşlarda besin tercihleri arasında farklılıklar olduğunu belirtmiştir.
Toplumumuzu etkisi altına alan yaygın görülen birçok hastalık tedavisinde veya önlenmesinde birçok besin kısıtlanmakta veya fazla tüketilmesi için önerilmektedir. Özellikle yaşamın yada besin tüketiminin başladığı ilk zamanlarda besin seçimi ve tüketiminde etkili olan faktörlerin anlaşılabilmesi, bebeklik, çocukluk ve özellikle de yetişkinlik döneminde sağlığa yönelik stratejilerin geliştirilebilmesi açısından çok önemlidir.
Prof. Dr. Todrank, Deney farelerinde gözlemlediği, annelerin yiyip içtiği tüm besinlerin –iyi yada kötü- bebeğin duysal anatomik yapısını hatta koku ve tat hafızasını en önemlisi de ilerde besin tüketim eğilimlerini uzun vadede etkilediği sonuçların insanlarda da aynı sonuçları göstermemesi için hiçbir sebep olmadığını söylemiş; Sadece bu uzun vadenin ne kadarlık bir süreyi kapsadığı ile ilgili kapsamlı araştırmalara daha ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir.
Uzun lafın kısası Siz artık sadece kendi yemek zevki ve alışkanlıklarınızı değil annenizin alışkanlıklarını da barındıran ve bunu kendi yavrusuna da geçirecek bir bireysiniz. İşte bilim sizin bu gücünüzü ortaya çıkardığı için de sadece kendiniz için değil gelecek nesiller için de çok daha bilinçli ve doğru besin tercihleri yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.
Sevgiyle Kalın
Sağlıklı Beslenin Hayatı Yakalayın
Uzman Diyetisyen Ceylan Akiş